• Vazgeç
    Filtrele
Filtrele

VII. Koleksiyonluk Resim ve Hat Müzayedesi

VII. Online Müzayede'de yer alan tüm resimler Yüksek Ressam/Restoratör BAYRAM KARŞİT tarafından ekspertiz edilip onaylanmıştır.

VII. Online Müzayede 13 ŞUBAT CUMARTESİ günü saat 15:00'dan itibaren CANLI olarak devam edecektir.  Her lotun ekranda kalma süresi 30 saniyedir. Lotlar sıra ile satışa çıkacak ve son 10 saniyede teklif gelmesi halinde her lot 20 saniye daha uzayacaktır. 

Lot: 1 » Resim

SABRİ BERKEL (1907-1993)

"Balıkçılar".İmzalı. Kağıt üzeri yağlıboya (duralite marufle). 20.3 x 25.5 cm. Not: Yüksek Ressam / Restoratör Bayram Karşit onaylıdır.

*Eserin 26x33 cm ebatlarındaki bir benzeri ENLEM 80 yayınları "Sabri Berkel" katoloğunda Resim 63 olarak yayınlanmıştır."

Detaylar
Lot: 3 » Resim

SABRİ BERKEL (1907-1993)

"Soyut Kompozisyon".İmzalı. Tuval üzeri yağlıboya. 36x24.3 cm. Not: Yüksek Ressam/Restoratör Bayram Karşit onaylıdır.

*Eserin 100x70 cm ebatlarındaki bir benzeri ENLEM 80 yayınları "Sabri Berkel" katoloğunda Resim 154 olarak yayınlanmıştır."

Detaylar
Lot: 14 » Resim

AVNİ MEMEDOĞLU (1924-1998)

"At Pazarı", imzalı, 1950 tarihli, ahşap üzeri yağlıboya, 30x37 cm

"Orta öğreniminden sonra, 1944'te İDGSA Resim Bölümüne girdi. Galeri bölümünde Seyfi Toray'ın, atölyede Cemal Tollu'nun öğrencisi oldu. 1950'de resimleri nedeniyle tutuklandı ve salıverildi. 1953'te İzmir'e yerleşti. Bir yıl sonra, burada ilk sergisini açtı. 1957'de geldiği İstanbul'da, bir süre reklamcılık ve tabelacılık yaptı. İl İmar Müdürlüğünde çalıştı. 1959'da arkadaşları Marta ve Nejat Tözge, İhsan ve Vahi İncesu, Hikmet Aksüt ile Yeni Dal Sanat Grubunu oluşturdu. Grubun sanat bildirgesini kaleme aldı. 1961'de bu grubun ikinci sergisi nedeniyle, öteki arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. 1962'de TİP'in ilk üyeleri arasında yer aldı.

Avni Memedoğlu'na göre; "Sanat sosyal bir olaydır''. O nedenle de sosyal bir amaca bağlıdır. Bu amaç, sanatçıyı, içinde yaşamakta olduğu topluma ve çevresine karşı sorumlu tutar. Resimlerinde, bu amacına uygun tema ve üslup karakteri ağır basar. Sosyal-eleştirel bir tutumla, topluma ayna tutar. Resimlerine yansıyan konular, çevresinde tanık olduğu ve bizzat gözlemlediği yaşam sahneleridir. Resim sanatımızda Ruhi Arel, Turgut Zaim gibi sanatçılarla başlayıp Neşet Günal, Balaban, İrfan Ertel, Mümtaz Yener ve Nuri İyem gibi sanatçılarla süren toplumsal-gerçekçi sanat anlayışının, orta kuşak temsilcileri arasında yer alır. Toplumcu ve insancı (hümanist) bir sanat anlayışını benimser."

Detaylar
Lot: 17 » Resim

TURGUT ATALAY (1918-2004)

"Natürmort". İmzalı. Tuval üzeri yağlıboya. 1993 tarihli. 50x40 cm

"1936-1945 arasında Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde sanat öğrenimi gördü. İki yıl R. Belling’in yanında heykel etütleri yaptı. 1940’da Yeniler (Liman Ressamları) Grubunun kuruluşuna katıldı. 1946’da Paris’te düzenlenen uluslararası bir sergiye (UNESCO) yapıtlarıyla girdi.

Aralıklı olarak dört yıl resim öğretmenliği yaptıktan sonra, tiyatro ve opera dekoratörü olarak uzun yıllar çalıştı. Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği’nin yurt içinde ve dışında düzenlediği sergilere katıldı. 1964’te Akademi Sanat Ödülünü kazandı. Resimlerinde klasik etüt birikimlerinin oluşturucu etkileri egemendir. Figür kaynaklı sanat anlayışının sürdürücüleri arasında yer alır."

Detaylar
Lot: 19 » Resim

P. JOHNSON

"İstanbul", imzalı, tuval üzeri yağlıboya, 44x65 cm

"İngiliz ressam P. Johnson'ın İstanbul'da yaşadığı dönemde İbrahim Safi ve Naci Kalmukoğlu ile birlikte resim yaptığı bilinmekte, eserlerinde bu iki sanatçının fırça izlerine rastlanabilmektedir"

Detaylar
Lot: 20 » Resim

P. JOHNSON

"Ayasofya", imzalı, tuval üzeri yağlıboya, 44x68 cm, 1950 tarihli

"İngiliz ressam P. Johnson'ın İstanbul'da yaşadığı dönemde İbrahim Safi ve Naci Kalmukoğlu ile birlikte resim yaptığı bilinmekte, eserlerinde bu iki sanatçının fırça izlerine rastlanabilmektedir"

Detaylar
Lot: 21 » Hat

SÜLEYMAN HİKMETİ EFENDİ (ö.1814)

Sülüs Nesih Kıta, Hadis-i Şerifler yazılı, imzalı, 20x26 cm, "İstişare ve istihare yapana pişmanlık yoktur."

"Hüsn-i hattı Ahmed Hıfzî Efendi’den meşketmiş olan Süleyman Hikmetî Efendi’nin, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi’nde bulunan H. 1205/M. 1790-1791 tarihli Kur‘ân-ı Kerîm’i, mesâîsinden arta kalan zamanda kitâbetle meşgul olduğuna işâret etmektedir."

Detaylar
Lot: 22 » Hat

HÜSEYİN KEŞFİ (1836-1908)

Sülüs Nesih Kıta, Hadis-i Şerif yazılı, 20x26 cm, imzalı, Hicri 1294/ Miladi 1877 tarihli

"H. 1251/M. 1835’te Erzurum Vilayeti’ne bağlı Zur Köyü’nde doğdu. İlk tahsilini beldesinde tamamladıktan sonra İstanbul’a giderek eniştesinin yanına yerleşti. Bir müddet daha eğitimine devam ettikten sonra Mekteb-i Tıbbiye’ye girdi. Ayrıca Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den aklam-ı sitte meşkediyor, bir yandan da Tarikat-ı Nakşibendiye’den Aşıkpaşa’daki Tahir Ağa Dergahı’na devam ediyordu.

Mezun olduktan sonra hekimlik yapmaya başlayan Hüseyin Keşfî Efendi, derviş-meşreb tabiatı nedeniyle ömrünü inziva halinde geçirmiş, son zamanlarında Erzurum’a yerleşerek, H. 1325/M. 1907 senesinde orada vefat etmiştir. Dini tahsil görmediği halde fıkıh, tefsir ve hadis ilimleri ile tasavvufa dair bir bahis olsa, söylediği vakıfane sözlerle huzzarı hayrette bıraktığı nakledilir.   

Hüsn-i hattı bizzat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den meşketmiş olan Hüseyin Keşfî Efendi’nin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan, kendi hattıyla yazılmış H. 1290/M. 1873 tarihli eş’ar mecmu’asındaki eserleri şiire de aşina olduğunu göstermektedir. Ayrıca müretteb bir Divan’ının olduğu mervidir. Şiirlerinde Yunus Emre tarzını ihtiyar eylediği dikkati çeker." (İsmail Orman yazısından alıntıdır.)

Detaylar
Lot: 24 » Hat

KAMİL AKDİK (1861-1941)

Sülüs Nesih Kıta, Kaside yazılı, imzalı, hicri 1341/miladi 1922 tarihli, İç ve dış pervazı ebrulu, altın cetvelli, 23x30 cm

"Hat tarihinde zaman zaman kıdem ve dirayetiyle önde gelen hattatlara verilmesi mûtat olan ‘'Reîsülhattâtîn'' (Hattatların Başı) unvanı son olarak 21 Ağustos 1915'te Kâmil Efendi'ye tevcih edilmiştir.Kâmil Akdik disiplinli hayatı ve perhize dikkat etmesi sebebiyle uzun süren ömrünün sonlarında bile el titremesi ve görme bozukluğu gibi sıkıntılar çekmeden seçkin eserler bırakmıştır.

Dîvân-ı Hümayûn'daki resmî vazifesi esnasında divânî, celî-dîvânî veya rık'a hatlarıyla yazdığı menşur, berat, muâhedenâme, tasdiknâme gibi evrak dışında, yazı hocası olarak hazırladığı meşk'ler de pek çoktur. Ayrıca sülüs-nesih kıtalar, murakka'lar (yazı albümleri), hilye ve levhalar, kitabeler, bazı sûre ve cüzlerden başka birde Mushaf yazmıştır.Eski hattatların eserlerinden meydana gelen kıymetli hat koleksiyonu ölümünden sonra Topkapı Sarayı Müzesi'nce satın alınmıştır."

Detaylar
Lot: 25 » Hat

ALİ MISRİ (ö.1828)

Sülüs Nesih kıta, imzalı, 37*32 cm.

Mısır'da doğmuşsa da, milliyeti hakkında bir bilgi yoktur. Eserlerine “Aliyyü'l-mısrî” künyesiyle ketebe koyduğundan hattatlar arasında Alî Mısrî’nin nesebi ve İstanbul’a ne zaman gittiği bilinmemektedir. İstanbul'da medrese eğitimini tamamladıktan sonra müderris olup Fâtih Cami’nde hadîs-i şerîf tedrîsine memur edilmiştir. İbnülemin’in “hattâtînin fudalâsından” olduğunu naklettiği Alî Mısrî, mezartaşındaki ifâdelere nazarân meşâyihten olduğu anlaşılmaktaysa da, hangi tarikata mensup olduğu bilinmez. Zamanının reisü’l-hattâtîni iken H. 15 Ramazân 1243/M. 1 Nisan 1828 tarihinde vefât ederek, Zeyrek’te Atpazarı Caddesi’ni Çırçır Caddesi’ne bağlayan kavşağın sağ kolundaki kabristana defnedilmiştir.

Detaylar
Lot: 26 » Ebru

MUSTAFA DÜZGÜNMAN (1920-1990)

Lale Ebrusu. Etrafı klasik ebruyla çevrili.47x40 cm. İmzalı.1968 tarihli. Arkası ithaflı. "Muhterem Sadreddin Beyefendiye hürmetlerimle. 21.1.1968" Dönemi, kondüsyonu ve ebru kalitesi ile müzelik bir eserdir.

"Azîz Mahmud Hüdâyî Camii imâmı Sâ’im Efendi’nin oğlu olarak 9 Şubat 1920’de Üsküdar Sultantepesi’nde doğdu. İlk mektebi bitirdikten sonra babasının Üsküdar çarşısındaki aktar dükkânında çalışmaya başladı. Dönemin önde gelen hattat ve mûsıkîşinâslarının uğrak yeri olan bu dükkândaki tecrübeleri, içindeki san‘at aşkının alevlenmesini sağladı.

Nitekim bunu farkeden annesinin dayısı Necmeddîn Okyay’ın teşvîkiyle 1938’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Türk Tezyînî Sanatları Bölümü’ne kaydoldu. Burada Necmeddîn Okyay’dan eski tarz cild ve ebrû san‘atlarının inceliklerini öğrendi. Kabiliyeti ile kısa zamanda dikkati çekmesine rağmen, savaş döneminin ağır şartları sebebiyle okulu bırakıp tekrar baba mesleği aktarlığa döndü.

Babasının 1953’teki vefâtında uhdesindeki Azîz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’da türbedârlık hizmetine ta’yin edilen Mustafa Düzgünman, 1979’a kadar yirmi altı yıl hizmete devam ettiği gibi vefâtına kadar da esnâflık yaptı. Ayrıca Azîz Mahmud Hüdâyî Cami’nde uzun yıllar cuma kameti okudu. Ramazân’larda terâvih namazı aralarında okunan ilâhîleri icrâ ederdi. Bir Çarşamba gününe tesâdüf eden 12 Eylül 1990 tarihinde vefât ederek Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. "

Detaylar
Lot: 27 » Ebru

MUSTAFA DÜZGÜNMAN (1920-1990)

Karanfil Ebrusu. Etrafı klasik ebruyla çevrili. 43x33 cm. 1971 tarihli. İmzalı. Dönemi, kondüsyonu ve ebru kalitesi ile müzelik bir eserdir.

"Azîz Mahmud Hüdâyî Camii imâmı Sâ’im Efendi’nin oğlu olarak 9 Şubat 1920’de Üsküdar Sultantepesi’nde doğdu. İlk mektebi bitirdikten sonra babasının Üsküdar çarşısındaki aktar dükkânında çalışmaya başladı. Dönemin önde gelen hattat ve mûsıkîşinâslarının uğrak yeri olan bu dükkândaki tecrübeleri, içindeki san‘at aşkının alevlenmesini sağladı.

Nitekim bunu farkeden annesinin dayısı Necmeddîn Okyay’ın teşvîkiyle 1938’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Türk Tezyînî Sanatları Bölümü’ne kaydoldu. Burada Necmeddîn Okyay’dan eski tarz cild ve ebrû san‘atlarının inceliklerini öğrendi. Kabiliyeti ile kısa zamanda dikkati çekmesine rağmen, savaş döneminin ağır şartları sebebiyle okulu bırakıp tekrar baba mesleği aktarlığa döndü.

Babasının 1953’teki vefâtında uhdesindeki Azîz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’da türbedârlık hizmetine ta’yin edilen Mustafa Düzgünman, 1979’a kadar yirmi altı yıl hizmete devam ettiği gibi vefâtına kadar da esnâflık yaptı. Ayrıca Azîz Mahmud Hüdâyî Cami’nde uzun yıllar cuma kameti okudu. Ramazân’larda terâvih namazı aralarında okunan ilâhîleri icrâ ederdi. Bir Çarşamba gününe tesâdüf eden 12 Eylül 1990 tarihinde vefât ederek Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. "

Detaylar
Lot: 28 » Hat

EMİRZADE MEHMED VEHBİ TRABZONÎ (1853-1922)

"Hilye-i Şerif". Muhakkak sülüs ve nesih hat ile yazılı. 41x29 cm. Eserin iç tezyinatı zerederzer üslubunda Şükrü Baba tarafından tezhiplenmiştir. Hicri 1306/ Miladi 1888 tarihli.

"Trabzon’da doğdu. İlk eğitimini memleketinde tamamladıktan sonra İstanbul’a giderek cami derslerine devam etti. Bu esnâda Üsküdar’daki Ayazma Mektebi’nin hüsn-i hat muallimi Seyyid İbrahim Edhem Efendi’den sülüs ve nesih meşkederek H. 1291/M. 1874 senesinde icâzet aldı.

Ulum-ı mütenevvi’a tahsilini tamamladıktan sonra müderrisin zümresine ilhâk olunarak taşra vilâyetlerinde neşr-i ilimle meşgul olmuş olan Emirzâde Seyyid Mehmed Vehbî Efendi’nin vefât tarihi ve medfeni tespit edilememiştir.

H. 1322/M. 1904 tarihli Delâ’ilü’l-hayrât’ı görülmüş olan Emirzâde Seyyid Mehmed Vehbî Efendi’nin, Antalya Müzesi’nde de Sultan Süleyman Cami’ne vakfedilmiş H. 1301/M. 1883-1884 tarihli Kur’an-ı Kerim’i vardır."    

Detaylar
Lot: 29 » Hat

MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)

Sülüs Levha, imzalı, 37x42 cm, "Allah'ı çokça zikredin. Hepiniz emriniz altındakilerden sorumlusunuz. En güzel söz Allah'ın sözüdür" Meşhur hattatın sanat değeri yüksek, yazı kalitesi ve kondüsyon bakımından müzelik bir eseridir.

"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”

Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...

Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.

Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."

 

Detaylar
Lot: 30 » Hat

MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)

Sülüs Nesih Kıta.İmzalı. 33x43 cm. Kaside-i Emali'den beyitler yazılmıştır. 1942 tarihli. (Laz Ömer Vasfi Efendi'nin Hicri 1220 tarihli yazısından naklen yazılı.) Meşhur hattatın sanat değeri yüksek, yazı kalitesi ve kondüsyon bakımından müzelik bir eseridir.

"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”

Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...

Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.

Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."

Detaylar
Lot: 31 » Hat

HASAN SIRRI EFENDİ (1836-1907)

Kufi Levha, "Allah'ın yardımı üzerine olsun" yazılı, imzalı, 28x40 cm

"Süleymâniye müderrislerinden Beypazarlı Mehmed Emîn Efendi’nin oğlu olup H. 1252/M. 1836-1837 yılında Yeniköy’de doğdu. Oradaki ibtidâî mektebde okurken Kur’an’ı hıfzetdi. Yine oradaki Ra’ufî Dergâhı şeyhi Mehmed Emîn Efendi’den yazı meşkederek icâzet aldı. Musikî dersleri aldığı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den istifâde ile hüsn-i hatta maharet kazandı.

Eğitimini tamamladıktan sonra Ahkâm-ı Adliyye Nezâreti kâtiblerinden olarak senelerce devam etti. Daha sonra Meclis-i Ticâret İcrâ Dairesi’ne nakledildi ve icrâ memurluğuna kadar yükseldi. Sağlık sorunları nedeniyle emekliye sevkedildikten birkaç sene sonra 1325 yılının Şa’bân(Eylül-1907) ayında vefât etti. Rumelihisarı Kabristanı’nda medfun bulunan annesinin ve kızının yanına defnolundu. Naaşı daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi kabristanına  nakledilmiştir.

Dinî ve din dışı eserleriyle bestekârlık gücünü de ortaya koyan Hasan Sırrı Efendi’nin durak, ilâhi ve şarkı formundaki toplam dokuz eseri günümüze ulaşmıştır (bu eserler için bk. Öztuna, I, 334). Bunların içinde yer alan üç şarkı, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Arşivi’nde Enderunlu Hâfız Hüsnü adına kayıtlıdır. "   

Detaylar
Lot: 32 » Hat

HASAN SIRRI EFENDİ (1836-1907)

İstif: Rakım Efendi, Nakleden: Sırrı Efendi, Celi Sülüs Müsenna Levha, "Ya Hannan (Ey Çok Merhametli)" yazılı, 35x31 cm, altın ile halkar tarzında tezyin edili

"Süleymâniye müderrislerinden Beypazarlı Mehmed Emîn Efendi’nin oğlu olup H. 1252/M. 1836-1837 yılında Yeniköy’de doğdu. Oradaki ibtidâî mektebde okurken Kur’an’ı hıfzetdi. Yine oradaki Ra’ufî Dergâhı şeyhi Mehmed Emîn Efendi’den yazı meşkederek icâzet aldı. Musikî dersleri aldığı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den istifâde ile hüsn-i hatta maharet kazandı.

Eğitimini tamamladıktan sonra Ahkâm-ı Adliyye Nezâreti kâtiblerinden olarak senelerce devam etti. Daha sonra Meclis-i Ticâret İcrâ Dairesi’ne nakledildi ve icrâ memurluğuna kadar yükseldi. Sağlık sorunları nedeniyle emekliye sevkedildikten birkaç sene sonra 1325 yılının Şa’bân(Eylül-1907) ayında vefât etti. Rumelihisarı Kabristanı’nda medfun bulunan annesinin ve kızının yanına defnolundu. Naaşı daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi kabristanına  nakledilmiştir.

Dinî ve din dışı eserleriyle bestekârlık gücünü de ortaya koyan Hasan Sırrı Efendi’nin durak, ilâhi ve şarkı formundaki toplam dokuz eseri günümüze ulaşmıştır (bu eserler için bk. Öztuna, I, 334). Bunların içinde yer alan üç şarkı, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Arşivi’nde Enderunlu Hâfız Hüsnü adına kayıtlıdır. "   

Detaylar
Lot: 33 » Hat

İMÂD EL-HASENÎ (1553-1616)

Talik Kıta, 33x21 cm, imzalı. "Ebu Said El-Hayr Rubai'si yazılı" NOT: Eser dünyaca ünlü Sotheby's "Islamic Art" Müzayede'sinden alınmış olup yazı kalitesi, kondüsyonu ve nadiriyeti ile müzelik bir eserdir.

"Kaynaklarda, kendisi gibi usta bir hattat olan Ali Rızâ-yi Abbâsî’nin etkisiyle şahın İmâd’dan giderek uzaklaştığı, geceleri yazı yazarken elinde şamdan tutarak Ali Rızâ’ya yardımcı olmasının İmâd’ı gücendirdiği nakledilmektedir. Bu dönemde yazdığı şiirlerle şaha ve etrafındakilere serzenişte bulunan İmâd’ın zamanla şahla arası açıldı. Şahın İmâd’dan Şâhnâme’yi istinsah etmesini istediği, İmâd’ın bu emre karşı lâkayt davranmasının şahı rencide ettiği de rivayet edilmektedir. Uzunca bir süre devam eden bu sürtüşmeler nihayet İmâd’ın öldürülmesiyle son buldu.

İmâd’ın cenazesi şahın emriyle yapılan büyük bir törenle kaldırıldı. Ölümü İran, Hint ve Osmanlı ülkesinde üzüntüye sebep oldu. Bâbürlü Hükümdarı Cihangir’in, İmâd’ın katli münasebetiyle tertip ettiği dinî bir toplantıda, “Eğer İmâd’ı bana diri olarak verselerdi ağırlığınca mücevher verirdim” dediği rivayet edilir.

İmâd yazılarında önceleri Mîr Ali Herevî’yi taklit etti. Onu taklit ederek yazdığı, halen Tahran’da Kitâbhâne-i Saltanatî’de bulunan Münâcât-ı Emîrü’l-Mü’minîn Alî İbn Ebî-Tâlib adlı eser bu tesiri açık şekilde ortaya koymaktadır. Tebriz’e gittikten sonra Baba Şah’ın kıtalarından istifade ederek sanatını ilerleten İmâd, 1014 (1605) yılından itibaren Mîr Ali Herevî’nin yazılarındaki istikrar ve sağlamlıkla Baba Şah’ın yazılarındaki tatlılık ve yumuşaklığı birleştirip kendi üslûbunu ortaya koydu. 

İmâd’dan sonra hiçbir hattat onun harflerin en, boy, çanak, küp, keşîde ve bağlantılarında, satır anlayışında ortaya koyduğu kurallara yeni bir şey ilâve edememiştir. Kaçarlar’dan Nâsırüddin Şah zamanında yaşamış olan Muhammed Rızâ Kelhûr keşîdeleri kısaltmak, dal, râ ve “vav”ları küçük ve harflerin gövdelerini kalın yazmak suretiyle bir değişiklik yapmış ve bu değişiklik bir yenilik gibi görülmüşse de bu üslûp yaygın kabul görmemiştir. Bugün bazıları bu üslûbu celî nesta‘likte kullanmakla beraber genellikle İran’da İmâd’ın üslûbu tercih edilmektedir." (Ali Alparslan / Diyanet İslam Ansiklopedisi, 22, s. 171)

Detaylar
Lot: 34 » Hat

YESARİZADE MUSTAFA İZZET (ö.1849)

Celi Talik Zerendut Levha. İmzalı. Hicri 1246 tarihli. 63x63 cm." Zikru fikrim benim budur hergah, Hak Muhammed beli Resulullah, Du zehi cennet eyler abdülhak, Kuvvet-i La İlahe İllallah" yazılı. Not: Hattatın muhteşem kondüsyonda nadir bulunan müzelik eserlerindendir.

"Yesarizade Mustafa İzzet, Türk hattat ve Osmanlı kazaskeri. Babası hattat Mehmed Esad Efendi'dir. İstanbul'da doğdu. Hat sanatını babasından öğrendi. Osmanlı Devleti'nde yüksek makamlara çıkan Mustafa İzzet, 1842 yılında Rumeli Kazasker'i oldu."

"Hattatlar arasında isminden ziyâde “Yesârîzâde” nâmı ile anılan Mustafa İzzet Efendi, son dönem yazılarında İran üslûbunun dışına çıkmaya çalışan babasının bıraktığı noktadan başlayarak, yavaş yavaş kendini geliştirmiş ve Türk ta’lik hattının günümüze değin sürecek olan kaidelerini oluşturmuştur. Özellikle celî ta’likte göstermiş olduğu kudreti, nice resmî daire ve sâir yapının kapıları üzerindeki inşa kitabesinde görmek mümkündür. Bir diğer özelliği ise şaşırtıcı derecede hızlı ve tashihsiz yazmasıdır.   

Eyüp Sultan Cami, Şah Sultan Türbesi, Arpacılar Mescidi, Bâb-ı Âlî, Alay Köşkü, Hidâyet Cami,  Cemâleddîn Uşşâkî Dergâhı, Nusretiye Cami, Beyazıt Yangın Kulesi, Darphâne-i Amire, Galata Mevlevihanesi, Pertev Paşa Türbesi, Sultan Mahmud Türbesi, Selimiye Kışlası, Tazıcılar Ocağı ve Koca Mustafa Paşa Cami’nin inşa ve tamir kitâbeleri onun kaleminden çıkmıştır.

Ayrıca Teşvikiye Cami’ndeki Sultan 2. Mahmud’un tüfek nişantaşları ve Beylerbeyi Sarayı arkasında çeşme ile Üsküdar’daki Sultan Mahmud ve Hamdullah Paşa çeşmelerinin inşa kitabeleri de ona aittir. Bunlardan başka Ayasofya Cami’nde bir levhası, Topkapı Sarayı başta olmak müze ve özel koleksiyonlarda çok sayıda yazısı bulunmaktadır."  (İsmail Orman'ın yazısından alıntıdır.) 

Detaylar
Lot: 35 » Hat

MEHMED NURİ SİVASİ (ö.1935)

Gubari Hat Levha, "Veba ve hastalıklardan korunma duası".Duanın içerisinde Fetih Suresi yazılı. Hicri 1329 tarihli.İmzalı. 40x90 cm. Not: Yazı kalitesi, ebadı ve yüksek sanat değeri ile müzelik bir eserdir.

"Hüsn-i hattı çocukluk çağında iken Abdullah Rüşdî Efendi nâmında bir hattattan meşkederek icâzet almış olan Mehmed Nûrî Sivâsî, yukarıda beyân edildiği üzere gubârîde mâhir bir hattat idi. Bilhassa meşhur hattatların yazılarından istifâde ederek, bunlardan çıkardığı kalıpların içlerini büyük bir sabırla, Yasin ve Bakara gibi sûrelerle dolduran hattatımız, hat san‘atında nev’-i şahsına münhasır bir ekol oluşturmayı başarmıştır. 

Üsküdar Yeni Vâlide Cami imâmı Necmeddîn Okyay’ın naklettiğine göre, 1910 senesinde bir gün Üsküdar’a geçmiş olan Sâmî Efendi, namaz için tilmizinin görev yapmakta olduğu cami’e girmiş. O esnâda camide bulunan Mehmed Nûrî Sivâsî’yi üstâd-ı bî-nâzire takdîm eden Necmeddîn Okyay’ın ricâsı üzerine yazılarını tedkîk eden Sâmî Efendi, hayretini gizleyememiş ve açık sözlülüğü ile şu cevabı vermiş: Çıldırmadan yazılmaz. 

Gerçekten de büyük bir sabır gerektiren bir sürecin ürünü olan âsârı incelendiğinde, Sâmî Efendi’ye hak vermemek mümkün değildir. Bâb-ı Meşihât menşe’li olduğundan daha ziyâde ta’lik yazı kalıpları kullanmış olan Mehmed Nûrî Sivâsî’nin en özgün çalışması ise, hiç şüphesiz Türk bayrağının ay-yıldız kombinasyonu üzerine yaptığı çalışma olup müte’addid nüshâsını vücûda getirmiştir. Vakıf Hat Sanatları Müzesi başta olmak üzere müzelerde ve özel koleksiyonlarda çok sayıda levhâsı bulunmaktadır."

 

Detaylar
önceki
Sayfaya Git: / 4
sonraki