• Vazgeç
    Filtrele
Filtrele

19. Koleksiyonluk Resim ve Hat Müzayedesi

19. Online Müzayede'de yer alan tüm eserler kurumumuz güvencesinde olup, resim ekspertizleri Yüksek Ressam / Restoratör BAYRAM KARŞİT tarafından yapılmıştır.

19. Online Müzayede 26 Haziran PAZAR günü saat 20:00'dan itibaren CANLI olarak devam edecektir.  Her lotun ekranda kalma süresi 25 saniyedir. Lotlar sıra ile satışa çıkacak ve son 10 saniyede teklif gelmesi halinde her lot 20 saniye daha uzayacaktır.

Ödeme süresi müzayede bitiminden sonra 10 (on) iş günüdür. Açık arttırma sonrası "SATIŞ İPTALİ, CAYMA HAKKI, veya ALIMDAN VAZGEÇME" söz konusu değildir.Aksi halde hukuki işlem başlatılır ve cezai şartlar uygulanır.

Sayın koleksiyoner ve sanatseverler, eserlere pey vermek ve "Online Canlı Müzayede"ye katılmak için web sitemiz üzerinden üye olunuz. İlgilendiğiniz eserler ile ilgili olarak +905321715331 numaralı telefondan bilgi alabilir, Hüsrev Gerede Caddesi no: 52/2 Teşvikiye'deki adresimizde eserleri yakından inceleyebilir ve uzmanlardan bilgi alabilirsiniz.

Lot: 6 » Resim

HÜSEYİN YÜCE (1928-2015)

"Peyzaj". İmzalı. Tuval üzeri yağlıboya. 35 x 50 cm.

Türkiye’de 1955’ten sonra başlayan ve tam olarak bir akım niteliği taşımayan Naif resim anlayışı, 1960’tan sonra Hüseyin Yüce’nin yaptığı resimlerin rastlantı sonucu keşfedilmesiyle ortaya çıkmış ve sanatçı bu yönüyle “İlk Naif Türk Sanatçı” olma özelliği kazanmıştır. Resimlerinde tabiatı konu olarak ele alan Yüce, özellikle ağaçları ve bitkileri büyülü, masalsı mistik bir havada özgür ve özgün renk seçimleriyle pastoral bir dil ile resimlemiştir. Hüseyin Yüce, herhangi bir akademik öğrenim görmeden, içgüdülerinin yönlendirici etkisiyle resim yapan ve bu nedenle Naif olarak adlandırılan ressamlar grubunun, Türkiye'deki önemli temsilcileri arasında yer alır.


Hüseyin Yüce’nin resimleri incelendiğinde; şehir yaşamının kargaşasından uzak,
saf tabiatın içinde köyünü terk etmeden hiçbir dış etki ve ekolün etkisinde kalmadan kendi içten duygu ve hisleriyle şiirsel çocuksu saf renkleriyle yarattığı yeni biçim ve renkleriyle naif resme yeni bir soluk ve tanım getirdiği söylenebilir. Sanatçı yaşarken binlerce resim üreterek yurt içinde çoğunluğu Ankara, İstanbul gibi büyükşehirler olmak üzere 30 kişisel sergi açmıştır. Yurt dışında ise Fransa, İngiltere, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Finlandiya,   Hindistan gibi ülkelerde sergiler açmıştır. Doğduğu köyün tabiat güzelliklerini çocuksu ve masalsı mistik bir ifadeyle renkçi bir üslupla  harmanlayarak resimde  yakaladığı özgün dili sanat yaşamı boyunca korumayı başarmıştır.

Detaylar
Lot: 7 » Resim

HÜSEYİN YÜCE (1928-2015)

"Peyzaj". İmzalı. Tuval üzeri yağlıboya. 40 x 60 cm.

Türkiye’de 1955’ten sonra başlayan ve tam olarak bir akım niteliği taşımayan Naif resim anlayışı, 1960’tan sonra Hüseyin Yüce’nin yaptığı resimlerin rastlantı sonucu keşfedilmesiyle ortaya çıkmış ve sanatçı bu yönüyle “İlk Naif Türk Sanatçı” olma özelliği kazanmıştır. Resimlerinde tabiatı konu olarak ele alan Yüce, özellikle ağaçları ve bitkileri büyülü, masalsı mistik bir havada özgür ve özgün renk seçimleriyle pastoral bir dil ile resimlemiştir. Hüseyin Yüce, herhangi bir akademik öğrenim görmeden, içgüdülerinin yönlendirici etkisiyle resim yapan ve bu nedenle Naif olarak adlandırılan ressamlar grubunun, Türkiye'deki önemli temsilcileri arasında yer alır.


Hüseyin Yüce’nin resimleri incelendiğinde; şehir yaşamının kargaşasından uzak,
saf tabiatın içinde köyünü terk etmeden hiçbir dış etki ve ekolün etkisinde kalmadan kendi içten duygu ve hisleriyle şiirsel çocuksu saf renkleriyle yarattığı yeni biçim ve renkleriyle naif resme yeni bir soluk ve tanım getirdiği söylenebilir. Sanatçı yaşarken binlerce resim üreterek yurt içinde çoğunluğu Ankara, İstanbul gibi büyükşehirler olmak üzere 30 kişisel sergi açmıştır. Yurt dışında ise Fransa, İngiltere, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Finlandiya,   Hindistan gibi ülkelerde sergiler açmıştır. Doğduğu köyün tabiat güzelliklerini çocuksu ve masalsı mistik bir ifadeyle renkçi bir üslupla  harmanlayarak resimde  yakaladığı özgün dili sanat yaşamı boyunca korumayı başarmıştır.

Detaylar
Lot: 16 » Resim

AGOP ARAD (1913-1990)

"Boğaziçi". İmzalı. Prestuval üzeri yağlıboya. 40 x 45 cm.

“Bir insanın kalbi neredeyse eseri de oradadır.” diyen Agop Arad, 1913 yılında Eskişehir’de dünyaya gelmiştir. Marangoz bir babanın oğlu olan Arad’ın ailesi, bir yaşındayken Balkan Savaşı nedeniyle İstanbul’a göç eder. Arad ilk olarak Kumkapı’da Assomption Koleji’nde eğitim alır. Sonrasında Arad, Güzel Sanatlar Akademisi’nde Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve Leopold Levy’nin atölyelerinde eğitim alır. Paris’te Frochit Akademisi’nde resim çalışmalarında bulunan Arad, Hocası Jean Metzinger'in kübist eğilimlerinden etkilenmeyerek, realist bakış açısıyla gördüklerini olduğu gibi tuvale yansıtma yolunu tercih etmiştir. Paris macerası sonrasında İstanbul’a dönen Arad, 28 Mart 1940’te İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nin Beyoğlu Lokali’nde Liman Resim Sergisi adıyla ilk toplu sergisini düzenler.

1941’de kurulan Yeniler Grubu’na katılan sanatçı; bu dönemde Vatan, Akın, Şehir, Hakikat-i Tasvir gazetelerinde gazete ressamlığı yapmıştır. Gazetecilik de yapan Arad, resim çalışmalarını da paralel olarak devam ettirip eserlerini çeşitli sergilerde sunmuştur. 1976’da Tarabya Oteli’nin bir salonunda Sokakta Topladıklarım isimli bir sergi düzenlemiştir. 45 kişisel sergide eserlerini sergileyen sanatçı, pek çok yazarın kitaplarına da kapak resmi yapmıştır. Yoksul insanların hayatından kesitleri parlak renklerle yansıtan sanatçı, 4 Ekim 1990 tarihinde tedavi gördüğü Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi'nde hayata gözlerini yummuştur.

Arad, eğitim aldığı hocası Léopold Lévy’den oldukça etkilenmiştir. Resimlerini kişisel gözlemlerinden yararlanarak çizen Arad, gördüklerini doğrudan bir şekilde tuvale çizer. Özellikle Yeniler Grubu’nun toplumsal kaynaklı bir resim yaratma arayışları, sanatçının kişiliğini ve sanatını doğrudan etkilemiştir. Bu etki ile Arad, doğa-insan gerçekliğinin ve İstanbul yaşamını, fırçasıyla realist bir bakış açısıyla yorumlamıştır. Agop Arad’ın İstanbul’un gündelik yaşamını yansıtan çalışmaları, doğrudan doğruya gözlem yeteneğine dayanır. Arad gördüklerini doğrudan, gördüğü renklerle katıksız tuvale aktarmıştır. Agop Arad’ın sanatına, halk resimlerine özgü bir nitelik de kazandırmıştır. Sait Faik’in birçok kitabını resimleyen Arad, Yeniler Grubu’nun teorisyenliğini üstlenen Hilmi Ziya Ülken’in de bir çizimini yapmıştır.

Gazete ve dergilere yaptığı resimlerden geçimini sağlayan Arad, Hilmi Ziya Ülken’in çıkardığı İnsan dergisi için de çizim yapar. Yürüyüş, Hisar da çizim yaptığı dergiler arasındadır. Arad, Orhan Kemal’in kitaplarına da resimler çizer. Orhan Kemal’in 1964’te Yeditepe Yayınları’ndan ikinci baskısı yapılan Çamaşırcının Kızı başlıklı öykü kitabı Agop Arad tarafından resimlenmiştir. Pek çok kişisel ve karma sergiye katılan Arad, 1986’da Gazeteciler Cemiyeti’nin “Burhan Felek Ödülü” nü kazanmıştır. Sanatçı, İstanbul’un orta sınıf halkının, çalışan ve üreten kesimin çevreyle bütünleşen yaşamını, parklardaki pazar gezintilerini, insanların doğal hallerini resmetmiştir. Arad, sanatın insan ve toplum hizmetindeki yönü üzerinden, 1940 kuşağı sanatçıları arasında yer alan ressamlar topluluğunun ortak eğilimleri ile eserler üretmiştir.

Detaylar
Lot: 32 » Resim

ALİ AVNİ ÇELEBİ (1904-1993)

"Heybeli'den Kaşık Adası". İmzalı. Tuval üzeri yağlıboya. 33 x 46 cm.

1904’te İstanbul’da doğdu. 1916’da Vefa Lisesi’ne girdikten iki yıl sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) yazılarak, hazırlık sınıfında Hikmet Onat‘ın Öğrencisi oldu. İbrahim Çallı‘nın atölyesine geçerek Zeki Kocamemi’yle yakın arkadaşlık kurdu. 1922’de Münih’e giderek Kocamemi’yle birlikte Heinemann’ın atölyesine yazıldı ve bir süre Hofmann’ın resim kurslarını izledi. Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavını kazanarak, Profesör Gröber’in yanında bir yıl eğitim gördü. Bir süre Berlin Akademisi’nde çalıştıktan sonra Münih’e, Hofmann’ın yanına döndü (orada gördüğü eğitim, sanatını yönlendiren ve “inşacı” ilkelere bağlı kalmasını sağlayan önemli bir etken oldu). 1927 ‘de İstanbul’a dönen Ali Avni Çelebi, Konya Kız Öğretmen Okulu’nda kısa bir süre resim öğretmenliği yaptı.

1928’de Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kuruluşuna katıldı. Birlik, üye ressamlarının yapıtlarıyla ilk sergisini 15 Temmuz 1929’da Ankara Etnografya Müzesi’nde, ikinci sergisini, aynı yıl İstanbul Türkocağı salonunda düzenledi. O yıllarda Maskeli Balo, Kırda Dinlenen Kadın, Pedikürcü, Berber gibi yapıtlarnı hazırlayan Ali Avni Çelebi, 1930’da yeniden Münih’e gitti. Yurda dönüşünde (1932), Akademi’de akşam kurslarını Refik Epikman’ın yerine yürütmekle görevlendirildi. 1936’da Léopold Lévy’nin Akademi’de resim bölümü şefliğine getirilmesinden sonra, Akademi’de, öğretim üyeliğine dönerek, Lévy’nin asistanı oldu. Yurt gezileri programına katılarak Malatya ve Bilecik’e gitti. 1944’te Müstakiller üyesi sıfatıyla katıldığı 6. Devlet Sergisi’nde birincilik ödülü aldı. 1956’da Akademi’de adını taşıyan atölyenin başına getirildi. 1962’de bir aylık inceleme gezisi için Münih’e giti. 1966’da Tahran bienalinde birincilik kazanan ve 1967 ‘de Akademi’deki görevinden emekliye ayrılan Ali Avni Çelebi, 1975’te, uzun bir aradan sonra ikinci kişisel sergisini İstanbul’da açtı.

1981’de Kültür Bakanlığı ve Atatürk’ün 100. Doğum Yılı devlet başarı ve sanat ödüllerini aldı. 1986’dan sonra düzenli aralıklarla sergiler açtı. 1987 ‘de Mimar Sinan Üniversitesi tarafından “onursal profesörlük” ünvanı verildi. Ali Avni Çelebi’nin sanatta aradığı değerler, Müstakiller grubunun resim sanatımıza getirdiği biçim, kuruluş, inşa, hacim, atmosfer ve planla ilgili değerlerdir. İbrahim Çallı ve arkadaşlarının yarı akademik, yarı empresyonist anlayışı, Ali Avni Çelebi’nin önemli bir payı bulunan bu çıkışla yerini daha etkili eğilimlere bırakmıştır. Geniş ve rahat fırça vuruşlarına, kitle ve hacim etkilerine, yeşil nüanslarının ağır bastığı temiz bir renk anlayışına dayanan Ali Avni Çelebi’nin tabloları, bir yandan kübist ve inşacı (konstrüktif) eğilimleri, bir yandan da bu eğilimlerle uyuşan anlatımcı öğeleri akla getirir. Taşıdığı etkilere karşın, bu iki yönelişin özgün sayılabilecek sentezlerini ortaya koymayı başaran sanatçının dikkati, uzaktaki değil, en yakındaki nesne ve oluşumlara yöneliktir. Gözlemi ön planda tutar; desene ve biçimsel etkilere önemli bir yer vermekle birlikte, rengi ikinci plana atmaz. Tablolarında renk, nesneleri dıştan saran bir örtü değil, nesnelerin yapısına doğal biçimde karışan vazgeçilmez bir öğedir. Doğanının yansıtılmasından çok, yorumundan yana olan bu gerçekçi anlayış, kendisinden sonra gelen sanatçı kuşaklarına yeni anlatım olanaklarının kapısını açmıştır.

 

Detaylar
Lot: 33 » Resim

MEHMET ALİ LAGA (1878-1947)

"Manolyalar". İmzalı. Mukavva üzeri yağlıboya. 45 x 35 cm.

Trablusgarp’ın ‘’Zafirizade’’adlı soylu bir aileden gelir. İlk ve ortaöğrenimini Kuleli’de tamamladı. 1898’de Harbiye’den piyade mülazımı olarak mezun oldu. Trablusgarp’a gönderildi. 1907’ye kadar kaldığı burada kolağası rütbesine yükseldi. Aynı yıl İstanbul’a döndü. Hassa ordusu genelkurmayında görev aldı. Meşrutiyetin ilanında Kuleli İdadisi resim öğretmenliğine verildi. Sonra aynı göreve Bursa Lisesi’nde devam etti. Öğretmenlikten 1924’te emekliye ayrıldı. 

Sanata ilgisi küçük yaşlarda başladı. Boş zamanlarında sürekli desen çizerek ilk çalışmalarını gerçekleştirdi. Kuleli’de resim derslerine gelen Hasan Rıza, onunla yakından ilgilendi. Harbiye’de Hoca Ali Rıza’nın yakın desteğini gördü. Harbiye’de okul sıralarını paylaştığı Sami Yetik ile sonraki yıllarda giderek pekişen bir dostluk kurdu. Osmanlı Ressamlar Cemiyetine katıldı. Balkan savaşları sırasında, Sami Yetik’le Edirne’de bulundu. Edirne düşünce, iki arkadaş bir süre Sofya’da tutsak hayatı yaşadılar. Resimleri, Sofya Akademisi öğrencilerinin dikkatini çekti.

 

Sami Yetik, Mehmet Ali Laga’dan söz ederken ‘’şeyda-yı sanat’’ ya da ‘’büyük ruhlu Mehmet Ali’’ deyimlerini kullanır. 

Peyzaj türünde yoğunlaşan resimlerinin bir bölümü özel koleksiyonlara dağılmış olmakla beraber, çoğu ailesinin elinde bulunmaktadır. Yağlıboyanın yanında suluboya türündeki çalışmaları da, onun tekniğine hakim bir sanatçı olduğunu gösterir. C.E. Arseven onu, ‘’güçlü bir izlenimci’’ olarak tanımlar. Batı etkisindeki resim sanatımızın ilk renkçi ustaları arasında yer alır. Özellikle sahil görünümleri, karaya vuran dalgaların köpüklü etkisi, küçük tabakalar içinde meyve grupları, seçtiği başlıca konulardır. İstanbul, Bursa ve Edirne gibi yörelerin tarihsel yapılarını, doğa güzelliklerini ele aldığı tabloları, çağdaş resim sanatımızın asker kökenli sanatçılardan sivillere aktarılan gelenekçi yönünü temsil eder.

Detaylar
Lot: 40 » Resim

ŞEREF AKDİK (1899-1972)

"Kemah'ta Pazar Yeri". İmzalı. 1971 tarihli. Tuval üzeri yağlıboya. 90 x 115 cm.

1899 yılında İstanbul’da doğan Şeref Akdik ilk ve orta öğrenimini Fâtih Merkez Rüşdiyesi’nde yaptı. Resme olan yeteneği onu bu sanatı meslek olarak benimsemeye sevk etti. Hoca Ali Rızâ ve İbrahim Çallı ile tanışarak onların da teşvikiyle 1915’te Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ne girdi. Ancak bir süre sonra savaş sebebiyle ayrılmak zorunda kaldı. Savaştan sonra tekrar başladığı okulu M. Warnier, Ömer Âdil ve İbrahim Çallı'nın atölyelerinde çalışarak 1924’te bitirdi. Bir yıl sonra açılan bir devlet imtihanını kazandı ve sanatını ilerletmek üzere Fransa’ya giderek Paris’te Julian Akademisi’nde Prof. Albert Laurence’le çalıştı. 1928 yılında İstanbul’a dönen sanatçı kısa bir süre resim öğretmenliği yaptı, 1929’da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü ve Ankara Erkek Lisesi’nde çalıştı. Aynı yıl Etnografya Müzesi’nde açılan 1. Genç Ressamlar Sergisi’ne katıldı. Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kurucuları arasında yer alan sanatçı, 1930’da Ankara Musiki Muallim Mektebi öğretmenliğine atandı. 1932’de ilk kişisel sergisini Ankara Halkevi’nde açan ressam, bu yılın sonunda İstanbul’a giderek Erkek Öğretmen Okulu’nda, 1933’te Kadıköy Erkek Lisesi’nde ve 1934’te Haydarpaşa Lisesi’nde resim öğretmenliği yaptı. Yurt Gezileri kapsamında 1940’da Mersin’e, 1943’de Erzincan’a gitti. Yerel giysileri içindeki yöre insanlarının portrelerini yaptı ve yaşantılarını idealize ederek resimlerine yansıttı.1948’de İstanbul Öğretmen Okulu’na ve 1951’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne atandı. Güçlü bir desen ve inşacı bir kompozisyon anlayışına sahip olan Şeref Akdik, portre, manzara, natürmort ve figüratif büyük boyutlu kompozisyonlar gerçekleştirdi. Yapıtlarında zaman zaman izlenimci ve bazen de akademik bir anlayışı benimseyen Akdik, babası ünlü hattat Kâmil Akdik’le hüsnühat, ebru ve minyatür alanlarında çalıştı. Birçok kişisel sergi açan sanatçı, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin, Güzel Sanatlar Birliği’nin sergilerine, Halkevleri, İnkılâp, Devlet Resim ve Heykel ile çeşitli karma sergilere katıldı ve ödüller aldı. 1950’lerde, Çamlıca, Salacak, Kalamış gibi İstanbul manzaralarına yöneldi.

Detaylar
Lot: 42 » Hat

KARALAMACI HAMDİ EFENDİ (ö.1785)

"Sülüs Karalama". Ketebeli. Hicri 1162 / Miladi 1748 tarihli. 24 x 32 cm.

"Seyyid Ahmed Efendi nâmında bir zâtın oğlu olarak Erzincân’da dünyaya geldi. İptidâî tahsîlini memleketinde tamamlayıp medrese eğitimi almak için gittiği İstanbul’da hüsn-i hatta ilgi duyarak, Hüseyin Hablî’den sülüs ve nesih meşkine başladı. İcâzetini aldıktan sonra mekteblerde hüsn-i ta’limi ile meşgul olmaya başladı. Kısa zamanda hüsn-i hatta zamanın kudretli isimlerinden biri hâline gelince Galata Sarayı Ocağı’na hüsn-i hat muallimliğine tayin edildi. H. 1199/M. 1785 senesinde vefât ettiyse de, medfeni malum değildir.   

Daha ziyade sülüs ile ilgilenen Seyyid Mehmed Hamdî Efendi, yazıları için fazlaca karalama yaptığı ve bütün bunların altına imzasını attığı için hattâtîn meyânında “karalamacı” lâkabı ile yâd olunmuştur. Başlarda hocasının izinden giderek Hâfız Osman tarzını benimsemişse de, son zamanlarında Şeyh Hamdullah etkileri taşıyan şahsi bir tarza erişmiştir. " 

Detaylar
Lot: 43 » Hat

ÇIRÇIRLI ALİ EFENDİ (ö.1902)

Celi Sülüs İstif. "Rabbim kolaylaştır, zorlaştırma. Hayırla tamamlamayı nasip et." yazılı. 55 x 45 cm. Ketebeli.

Hüsn-i hattı Şefîk Bey’den meşketmiş ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den de istifade ile celi sülüste zamanın önde gelenlei aasına girmiştir. Bilhassa oluşturduğu terkib ve tertiblerle dikkati çeken Çırçırlı Alî Efendi’nin “Rabbiyessir” istifini gören Kazasker Efendi’nin, hocası nezdinde onu övüp takdir ettiği dahi nakledilmektedir.
Öte yandan onunla anlaşamayan Sâmî Efendi dahi, hüsn-i hattaki kudretini itiraf etmekten çekinmemiş, bir gün çırağı Hatib Ömer Vasfî Efendi ile birlikte Saraçhâne’deki cami’in önünden geçerken, kapı üzerindeki yazısını işaret ederek: “Herif ustadır. Hele şu yazıya bak. Sakın bir şeyine itiraz etme. O, senin gibi ikide bir yalayub yazanlardan değildir.” demiştir. "
  (Kaynak: ketebe.org )

Detaylar
Lot: 44 » Hat

İBRAHİM DÂİMÎ (ö.1757)

Rabbi-Yessir Duası ve Hurufat Meşki. Ketebeli. 31 x 36 cm

"Sadrâzâm Hekimzâde Alî Paşa’nın mâiyetinde bulunan Ahmed Ağa’nın kölelerindendir. Hâmisinin yanında islami usüllere göre talim ve terbiye gördü. Bu arada hüsn-i hatta ilgi duyarak Şekerzâde Seyyid Mehmed Efendi'den sülüs ve nesih meşketmeye başladı. Kısa zamanda icazet aldığı gibi, hamisi tarafından azâd edildi.

Hocasının tavsiyesiyle Galata Sarayı Ocağı’nın kâtiblerinden oldu. Şöhreti saraya kadar ulaşınca, hademeye hüsn-i hat talimi vermek üzere Topkapı Sarayı'na dâvet edildi. H. 1170 yılındaki vefâtına kadar bu görevi sürdürdü. Şeyh Hamdullah’ın civârında, hocasının mezarı yakınında medfûndur.   

Mevlevî Târikatı’na mensub, derviş-meşreb bir zat olduğu bilinen İbrahim Dâ’imî, Hacı Beşir Ağa’nın Ayasofya Cami’ne vakfettiği cüzleri kaleme almıştır. Özel koleksiyonda da H. 1153/M. 1740 tarihli Delâ’ilü'l-hayrât’ı ve H. 1165/M. 1751 tarihli hilye-i sa’adeti bulunmaktadır.  "

Detaylar
Lot: 45 » Hat

HASAN RIZÂ EFENDİ (1848-1920)

"Allah bütün işlerinizde yardımcınızdır". Celi Sülüs Levha - Ayet-i Kerime. Hicri 1325/Miladi 1907 tarihli. 40 x 72 cm. Ketebeli. Orijinal tezhibiyle.

"Halvetî Târikatı meşâyihinden Kastamonulu Halîl Rif‘at Efendi’nin müntesiblerinden, iyi ahlâklı ve dîni bütün bir zât olarak tanınan Hasan Rızâ Efendi’nin şiir ve musıkîye de aşinâ olduğu bilinmektedir.

Değişik hocalardan müstefiz olması nedeniyle sülüs ve nesihte kendine mahsus bir şiveye sahip olan Hasan Rızâ Efendi, asıl şöhretini yazmış olduğu Kur’an-ı Kerîm’lere borçludur. Yazdığı 19 mushaftan 1891 tarihli biri İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nde, Sultan Mehmed Reşâd’a hediye ettiği 1912 tarihli bir diğeri ise Topkapı Sarayı Müzesi’nde(Y.2138)  bulunmakta olup biri de litografi tekniği ile tabedilmiştir. Muhtelif baskısı yapılan bu mushâf ile şöhreti sâdece Türkler arasında değil tüm İslâm âlemine yayılmıştır. Bunların dışında Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Sultan Reşâd’ın isteği ile kaleme aldığı sekiz ciltlik Buhârî-i Şerîf’i bulunmaktadır(Hırka-i Sa‘adet, nr. 39).

Kazasker Efendi’den de istifâde etme şansı bulmuş olmasından olsa gerek, sülüs celîsinde hocasından ziyâde Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yolunda ilerlemiş olan Hasan Rızâ Efendi, son zamanlarında ta’like de alâka göstererek Sami Efendi’den icâzet almıştır."

Detaylar
Lot: 46 » Hat

MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)

"Kim okçuluk sporunu öğrenir sonra terkederse bizden değildir.Rasulullah şöyle buyurdu:Allah her vakit fakir kullarına sadaka sevabı yazar". 24 x 34 cm. Ketebeli. Şeyh Hamdullah'tan naklen yazılı.

"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”

Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...

Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.

Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."

Detaylar
Lot: 47 » Hat

MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)

Sülüs Nesih Kıta. Hadis-i Şerif yazılı. Hicri 1367 / m.1947 tarihli. İmzalı. 32x43 cm (Hicri 1362 tarihli Mehmed Nuri Efendi hattından naklen yazılı).“Lokmayı küçük alıp çok çiğnemek sünnettendir”“Müminin ferasetinden çekinin çünkü o Allah’ın nuruyla bakar”

"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”

Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...

Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.

Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."

Detaylar
Lot: 48 » Hat

MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)

Talik Kıta. Mehmed Esad Yesari'den naklen Sadi'nin şiiri yazılı. Ketebeli.42 x 31 cm. Hicri 1361 / M.1942 tarihli.

"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”

Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...

Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.

Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."

Detaylar
Lot: 49 » Hat

DELİ OSMAN (ö.1806)

Sülüs Nesih Kıta. Hadis-i Şerifler yazılı.Ketebeli. Hicri 1198 / Miladi 1783 tarihli.

 

Sülüs yazıda :"İbn Ömer'den rivayetlei Gaybın anahtarları beş tanedir." yazılı.

Rasulullah şöyle buyurdu: Aranızda imamete en yakın olan okuyuşu en iyi olandır.

Rasulullah şöyle buyurdu: Namaz vakti gelince biriniz ezan okusun ve Kur'an ezberi en çok olan namaz kıldırsın.

Rasulullah şöyle buyurdu: Sizin en yaşlı olanınız ezanı okusun."

 

Boylu-boslu, kavî heykel ve dürüst-endâm bir zât olduğu menkûl olup bazı hâllerinden dolayı hattâtîn meyânında “deli” lâkabıyla yâd olunduğu bilinmektedir.

Mustafa Râkım Efendi öncesinin kudretli hattatlarından biri olan Seyyid Osman Efendi, Hüsn-i hattaki asıl üstâdı olan kayınpederine olan saygısını, âsârına “Âfîf dâmadı” künyesiyle ketebe koyarak göstermiş olan Seyyid Osman Efendi’nin, Sultan Selîm Hân-ı Sâlis’in emriyle yazdığı sancak mushâf-ı şerîfine mükâfâten bir kıt’a çelenge nâ’il olduğunu Hat ü Hattatân mü’ellifi nakletmektedir. 

Sülüs ve nesihte kudretli bir hattat olduğu anlaşılan Seyyid Osman Efendi’nin Karaca Ahmed Türbesi’nde H. 1218/M. 1803-1804 tarihli celî sülüs levhâsı(Env. no: 11) bulunmaktadır. Ayrıca Üsküdar’daki Hacı Selîm Ağa Kütüphânesi’nin giriş kapısı üzerindeki âyet kitabesi de ona aittir. Nesihle istinsâh etmiş olduğu, müzehheb Kasidetü Münfericetü Lehcetü’l-islâm adlı eserini de Şevket Rado görmüş olup Hâfız Osman tarzını ihtiyâr eylemiş olduğunu beyân etmektedir. (Kaynak: İsmail Orman'ın ketebeçorg'daki yazısından aıntıdır)

Detaylar
Lot: 50 » Hat

AZİZ RIFÂÎ (1871-1934)

Gubari ve Celi Sülüs hat ile "Muhammed Aleyhisselam" yazılı. Ketebeli. 36 x 49 cm. "Muhammed" lafzının içerisinde gubari hat ile Muhammed Suresi yazılı. *Sanat kalitesi , nadiriyeti ve kondüsyonu itibarı ile müzelik bir eserdir.

"Oniki kalemde fevkalade kudrete sahip olan Azîz Rıfâ’î’nin, aynı zamanda seri’ü’l-kalem bir hattat olduğuna, neredeyse tüm İslam coğrafyasına dağılmış durumdaki âsârı delîl olup Cemâleddin Server Revnakoğlu da “rık‘a yazar gibi sür‘atle sülüs, nesih ve ta’lik yazdığını” nakletmektedir. Bilhassa celî sülüsle müsennâ tertîb ve terkîblerle ziyâdesiyle meşgul olan Azîz Rufâ’î, Şevkî Efendi tarzında kendine mahsus bir şive kattığı hüsn-i hattı ile Türk hat san‘atında mümtâz bir mevki elde etmiştir.
Ayrıca tuğra tersîminde de mahâret-i kâmileye hâ’iz olduğu menkûldür. Hatta uzun müddet hânesine devam ederek sülüs ve ta’lik celîlerinde müstefiz olduğu Sâmî Efendi’nin, kendisinden sonra Dîvân-ı Hümâyûn’da tuğrakeşlik vazîfesi için onu tavsiye ve ısrâr ettiği, ancak Bâb-ı Meşihât’taki hizmetinden ayrılmak istemediği için reddettiği hikaye edilmektedir.

Mustafa Râkım Efendi’nin izinden gittiği hat sanatına yüzlerce eser kazandırmış olan Azîz Rıfâ’î’nin iki büyük koleksiyonu Topkapı Sarayı Müzesi’nde ve Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı’nda bulunmaktadır. Ayrıca şeyhinin Unkapanı’ndaki dergâhında hilyesi, Bursa’daki Ulu Cami’de ta’lik ve celî sülüs, Sünbül Efendi Türbesi’nde de ta’lik levhâları vardır.

Ayrıca ilk devresinde “Abdü’l-azîz Eyyubî” imzalı yazılarına ve “Azîz” imzasıyla kaleme aldığı çok sayıda mezartaşı kitabesi rastlanmaktadır. Ka’be-i Mu’azzama’nın H. 1331/M. 1913 senesinde imal olunan kisve-i şerifesinin bazı kısımlarındaki yazılar da ona aittir.

Tezhip sanatında da mahâret sahibi olduğu ve yazılarının bozulmaması ve bir kenara atılmaması için tezhîbini de yaptığı nakledilmektedir. " (Kaynak: İsmail Orman)

Detaylar
önceki
Sayfaya Git: / 4
sonraki